1821 Olaylarında İki Günde On Bin Türk Katledilmişti
Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos’un "Ulusal egemenliğimizden şüpheye teşebbüs edeni, 1821’de olduğu gibi bozguna uğratırız" sözleri, Tripoliça şehrinde sadece iki günde on bin Türk’ün kılıçtan geçirilerek katledildiği 1821 ayaklanmasında yaşanan acıları da yeniden anımsattı.
Bu konuda en yetkin kaynaklardan biri Bilâl N. Şimşir’in “Balkan Savaşlarında Rumeli Türkleri / Kırımlar-Kıyımlar-Göçler 1821-1913” kitabıdır.
İçinde 1821 Yunan Ayaklanmasının da yer aldığı, Bilâl N. Şimşir’in belgesel nitelikteki kitabı dört ana bölümden oluşuyor:
- Yunan Ayaklanmasında Mora Türklerinin Yok Edilmeleri (1821-1830)
- Osmanlı-Rus Savaşı / Tuna ve Edirne Vilayetleri Türklerinin Felaketi ve “Doksan üç Muhacereti” (1877-1878)
- Bulgaristan Prensliği’nin İlk Yılları ve Balkan Savaşlarına Doğru Gidiş (1879-1912)
- Son Balkan Savaşlarında Makedonya ve Trakya Türklerine Yapılan Zulümler, Kırımlar ve Kıyımlar (1912-1913)
“Anadolu’nun salgını, İstanbul’un yangını, Rumeli’nin bozgunu”
Kitabın önsözünde; atalarımızın yukarıda yer alan sözü de anılmış. Bu söz, geçmişimizde yaşanan kitlesel ölümlerin, kayıpların olduğu çok büyük olaylara işaret ediyor. O dönemlerde, kaza ve sancakların birkaçını toptan yok eden salgın hastalıklar Anadolu’yu; ahşap evlerle dolu mahalleleri yok eden yangınlar ise İstanbul’u perişan etmişti. Rumeli’de yaşanan bozgunlar ise kitleler halinde kılıçtan geçirilen, sinek gibi ezilip yok edilmek istenen, göçlere zorlanan Türk halkının gerçek felâketi olmuştu.
Rumeli’den Türk göçleri yaklaşık iki yüzyıllık bir döneme yayılıyor.
“Mora’da Türk kalmasın!”
1821’de Yunanlı milliyetçiler, Osmanlı topraklarının Mora bölgesinde bir Yunan devleti kurmak amacıyla ayaklanma çıkarttı. Aynı zamanda Türk nüfusa karşı da “ırkçı” bir savaş başlatan asiler, Tripoliça şehrinde sadece iki günde on bin Türk’ü kılıçtan geçirerek katletti. Fanatik Rum Piskoposu “Türk’e ölüm! Türk’e ölüm!” naraları atacaktı.
Avrupalı “Helen” dost ve hayranları, asilere arka çıkıp diplomatik girişimde bulundu. İngiliz-Fransız-Rus müttefik donanması Navarin koyunda demirli Osmanlı donanmasına –devletler hukuku kurallarını hiçe sayıp- tıpkı korsanlar gibi saldırarak sekiz bin civarında Osmanlı denizcisini katletti (1827). Altmış kadar Osmanlı gemisi batırıldı.
Baskınla da yetinmeyen Rusya, Osmanlı devletine savaş açtı. Tüm bunların sonunda bir barış (!) antlaşmasıyla Mora ve çevresinde bir Yunan devleti kurulması Osmanlı devletine dikte edildi. 24 Nisan 1830’da Yunan devleti resmen tarih sahnesine çıkmış oldu.
Hepimize Çok Tanıdık Gelen Batılı Bir “Şablon”
Yunanlıların “Megali İdea” ile kendi milli devletini kurmak için kullandığı yöntem, gelecekte diğerlerine de hep örnek olacaktı. Neredeyse bir “şablon” ortaya çıktı. Şöyle bir yol izleniyordu:
Dışarıdan aldıkları destekle bir isyan başlatmak, Osmanlı’ya karşı direnmek, sonra “Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor” yalanıyla Avrupa kamuoyunu ayağa kaldırmak. Böylece, Avrupa’nın duruma müdahale etmesine meşru bir zemin hazırlayarak önce diplomatik baskı, en sonunda da askeri müdahale yapılmasını sağlamak. Bu şablon, Bulgarlar için de aynen kullanıldı.
Özerk “Bulgar Prensliği” Sahnede
1876’da Edirne vilâyetinin Filibe sancağında Bulgar ayaklanması başlatıldı. 1877’de Rusya, Osmanlı devletine savaş açtı ve Berlin Antlaşması ile Tuna vilayetinde özerk bir Bulgar Prensliği kuruldu (1878). Bölgedeki Türklere karşı da –kendi ifadeleriyle- “Irk ve yok etme savaşı” uygulandı. Aynı plan, aynı şablon yine yürürlükteydi.
Buradaki sorun, vilayetteki nüfusun büyük çoğunluğunun Türk olmasıydı. Rus savaşının süresi, buradaki Türklerin nüfusunu silmeye yetmediği için Türklerle daha çok uzun süre uğraşacaklardı. Savaş sırasında göç eden Türklerin emlak ve mülkleri gasp edilerek Bulgarlara verildi. “Velika Bılgariya” (Büyük Bulgaristan) politikası ile silahlı Bulgar gizli örgütleri kuruldu. Aynı tarihlerde Rusya Ermenileri de Doğu Anadolu’yu hedef alan iki gizli örgüt kurmuştu.
Savaş İçinde Savaş ve Vahşi “Bulgar Komitacılar”
Bulgar İhtilal Komiteleri’nin Makedonya’daki kanlı eylemleri yıllar boyu sürdü ve sonunda 1912’de Balkan Savaşları’nın başlamasına neden oldu. Birinci ve İkinci Balkan Savaşları, görünüşte nizami ordular arasında yaşanmıştı. Oysa bu savaşın yanı sıra Küçük Savaş (Harb-i Sagir) denen ikinci bir savaş daha vardı. Bu, “savaş hukuku” nedir tanımayan, kan dökücü, vahşi Bulgar Komitacıların Rumeli Türk halkına karşı yürüttüğü çok kanlı, acımasız bir savaştı.
Göç Yollarında
Yıllar boyu süren bu kırım ve zulümler, kaçabilen Rumeli Türk halkının Anadolu topraklarına göçmesine, akmasına neden oldu. Göç yollarında bile saldırılara uğrayıp kitleler halinde öldürülenler oldu. Rumeli Türkleri çok acı anılar, nice kayıplar bırakarak Anadolu’daki yeni yaşamlarına tutunmaya çalışacaklardı.
Bilâl N. Şimşir’in kitabı; titiz bir çalışma ve araştırma ürünü: Türk, Fransız, İngiliz arşivleri, Rus ve Bulgar resmi belgelerinden yararlanılmış. Pek çok rapor, tablo, mektup, telgraf, kronolojik (zaman dizimsel) liste içeriyor. Bu acıların, bir iç yangını ile dile getirildiği türkü ve destanlar, şiir dizeleri ise okuyan her Türk’ün içini burkacak kadar derin izlerle dolu.
Bilâl N. Şimşir’in “Balkan Savaşlarında Rumeli Türkleri / Kırımlar-Kıyımlar-Göçler 1821-1913” kitabını indirimli fiyat ve avantajlı kargo seçeneği ile hemen satın almak için tıklayın.