Özgün Bir İlk Roman: Tanrı'nın Temsilcileri
Kaybolan insanların sırrını çözmeye çalışan cinayet masası dedektifleri... Amerika'da gördüğü çift başlı kartalın izini sürerken kendini Anadolu'da Fırat kıyısında bulan bir genç... Dinler tarihinin, mitolojik efsanelerin içinde gizemli, tehlikeli bir yolculuk... Washington DC’den başlayıp Erzurum’a, oradan Fırat Nehri boyunca Basra Körfezi’ne kadar uzanan gizemli ve sürükleyici bir serüven anlatıyor yazar Kutsal Topaloğlu. Anlatırken de binlerce yıllık tarihe dayanan ve bugün de hayatımızın içinde karşılığı olan ilginç bilgiler veriyor. Gözümüzün önünde olduğu halde üzerinde pek düşünmediğimiz konularla ilgili şaşırtıcı ve aynı zamanda "sabun köpüğü" olmayan, araştırmaya dayalı bilgiler bunlar. Kutsal Topaloğlu bir röportajında "Bir bilgiyi birden fazla yerden doğrulatmayı, onlarca kaynaktan yararlanmayı, âdeta bir doktora tezi verir gibi çalışmayı, yerinde incelemeler yapmayı gerektirdi" diye açıklıyor çalışmasını.
En ilginç bilgileden biri, ülkeler, kültürler, dinler değişse de değişmeyen inançlar ve semboller. Çift başlı kartal, nazar boncuğu, ağaçlara bez bağlamak vb. hep karşılaştığımız şeyler ama bunların kökeni nedir, dünyadaki insanlar farklı farklı dinlere, inanışlara sahip oldukları halde neden hepsi bu geleneklerle ve simgelerle ilgili ortak davranışlar sergiliyor? Yoksa tüm dinlerin başlangıç noktası bunlarda mı gizli?.. Polisiye bir serüven okurken inançlarla, tarihle, hayatla ilgili böyle sorular sordurması kitaba aynı zamanda felsefi bir boyut kazandırıyor. Kitabı bitirdiğinizde daha önce düşünmediğiniz konuları düşünmeye başlıyor, dünyaya yenilenmiş bir bakışla bakıyorsunuz.
Kitabın İçinden Tadımlık Alıntılar:
Doğanın İnsan İçin Yaratılmadığı Düşüncesi;
“Bu inanca sahip olanlar, insan odaklı düşünmezler tabiatı. Her şeyin bir nimet olduğu, insan için yaratıldığı düşüncesi yoktur bu inançta. Koyunlar, insanların sofralarına pirzola olsun diye dünyaya getirmezler kuzularını. İneklerin insanlara süt sağlamak gibi bir derdi, katırların, develerin yük taşıma gibi bir hevesi yoktur. Kiraz ağacının tabaklara meze yetiştirmek değildir hedefi. Ancak bu, insanın ihtiyaçlarını tabiattan karşılamaması gerektiği anlamına da gelmez. Dengesi bozulmadan yararlanılmalıdır ondan. Hayvanların ve bitkilerin de amacı, aynı insanlar gibi üremek, soylarını devam ettirmektir. İnsanın ihtiyacından fazlasını tabiattan almaması gerektiğine, bu bilinci yitiren her insanın zamanla ruhunu kaybedeceğine ve hastalıklı bir kişiliğe dönüşeceğine inanılır. İnsanların bir ruhu varsa eğer, çiçeklerin, atların, köpeklerin, fillerin, kaplumbağaların ve tabiattaki her şeyin de az ya da çok bir ruhu vardır çünkü.” (syf, 181)
Eski Türklerde Kadınların Yeri;
"Eski Türklerde kadın çok saygıdeğerdi ve her zaman hayatın her alanında erkeklerle yan yanaydı. Konar- göçer ve köylü erkeklerin en zengin olanının bile birden fazla eşleri, haremleri olmadı. Onlar hiçbir zaman Araplar gibi, kölelik ve cariyelik kurumunu benimsemediler. İbadetlerini, eğlencelerini ve matemlerini, kadın erkek hep beraber yaptılar. Hatta erkekler gibi savaşçı kadınları, komutanları vardı onların." (syf, 129)
Çift Başlı Kartal Simgesi;
"Çift Başlı Kartal, hem maddi hem de manevi gücü sembolize eder. Bir başı ile maddi, yani gerçek anlamdaki büyük fiziksel gücü, diğer başıyla da manevi, yani tanrısal koruyucu gücü sembolize eder. Bir başı ile gücün, diğer başı ile adaletin simgesi olduğuna da inanılır. Adaletsiz gücün ne anlama geldiğini bilirsin. Gücün olmadığı yerde de adaleti sağlayamazsın.” (syf, 106)
Hayat Ağacı ve Ağaçlara Bez Bağlama Geleneği;
“‘Hayat Ağacı’ veya ‘Dünya Ağacı’ dedikleri bu ağaç, sıradan bir ağaç değildir. O, tabiatın kanunlarını, dünyanın düzenini ve bütünlüğünü temsil eder. Meyvesizdir, ancak tüm meyvelerin özünü kendi içindeki suda barındırır, bu da hayatın kaynağıdır. Tüm canlılar, dolayısıyla insanlar bu sudan beslenir. O tabiattaki her şeyin anasıdır. İnsanlar onu, doğuran, büyüten ve besleyen mitolojik bir kadın gibi düşünmüşlerdir.”(Syf, 104)
"ziyaretlerin halk için kutsal yerler olduğunu ve büyük ve yaşlı ağaçlara saygı duymanın, onlara bez ve benzeri şeyler bağlayarak dilekte bulunmanın Gök Tanrı inancından kalma bir gelenek olduğunu söyledi" (Syf, 147)
Nazar Boncuğunun Kökeni;
“Nazar; canlı ve cansız nesnelere, beğenerek, kıskanarak ama genelde kötü gözle bakarak onları olumsuz yönde etkilemedir. Hemen hemen bütün dünyada bilinir. Her toplum, bu kötü enerjiye karşı kendi inançlarına göre tedbir almıştır. Türkler de bu tedbiri tanrının mekanının rengi olan mavi ağırlıklı renklerle ve bu mavi boncuklarla almaktadır. Gök Tanrı inancından kalma bir gelenektir.
Eski Türkler mavi rengi, günlük işlerinde pek kullanmazlardı. Kendileri için önemli olan zamanlarda, yerlerde, nesnelerde tanrısal yardım için kullanırlardı. En çok da dini merkezlerin kubbelerde ve iç süslemelerinde, bayrak ve sembollerde kullanılmıştır. Sonuçta mavi boncuk, bugün hangi inançtan gelmiş olduğu unutulmuş olsa bile Türklerin yaşadığı her yerde hala çok yaygın olarak kullanılmaktadır.” (44. Bölüm)
Babil Kenti ve Yahudilikle İlişkisi;
“Yahudiler Babil’e sürgün edilmiştir ve bu sürgünden sonra Mezopotamya mitolojileri Tevrat’a girmiştir. Bu nedenle Babil Sürgünü ve dönüşten sonraki gelişmeler, bütün dünyanın en önemli dini olaylarıdır. Hatta bana göre en başta gelenleridir.” (Syf, 121)
“Tevrat’ta anlatılan birçok hikâyenin ilk yazılı kaynağının Tevrat olmadığı, bu hikâyelerin Tevrat’tan en az iki bin yıl önce Sümerliler tarafından yazıya geçirilmiş oldukları anlaşıldı.”(Syf, 347)
Bu alıntılarda yer alan bilgilerin çok daha fazlasını Tanrı'nın Temsilcileri kitabında, hem de soluk soluğa bir serüvenin heyecanını yaşarken aynı anda bulacaksınız.
Tanrı'nın Temsilcileri kitabını indirimli fiyat ve avantajlı kargo seçeneğiyle hemen satın almak için buraya tıklayın.