Romantik Şairin Bağımsızlık Savaşı

Leonardo Padura ‘Hayatımın Romanı’nda doğrudan Küba tarihine yoğunlaşıyor ve 19’uncu yüzyıla uzanıyor. ‘Amerika’nın ilk şairi’, ‘Küba’nın en büyük şairi’ gibi sıfatlarla anılan José María Heredia’nın hayatına ve buna paralel olarak Küba tarihine ışık tutuyor.

Leonardo Padura, Köpekleri Seven Adam’ adlı başyapıtıyla dünya çapında ün kazanmış Kübalı bir yazar. ‘Köpekleri Seven Adam’da Troçki cinayetini, cinayet sonrası katil Ramon Mercader’in yaşadıklarını anlatırken kahramanı Troçki’nin çevresinde gelişen olaylar ve oyunlarla 20’nci yüzyıl tarihine ve çağdaş Küba’ya da yoğunlaşan çok boyutlu büyük bir anlatı kurmuştu. ‘Köpekleri Seven Adam’ın öncesinde yayımanan ‘Hayatımın Romanı’nda bu kez doğrudan Küba tarihine yoğunlaşıyor ve 19’uncu yüzyıla uzanıyor. ‘Amerika’nın ilk şairi’, ‘Küba’nın en büyük şairi’ gibi sıfatlarla anılan José María Heredia’nın hayatına ve buna paralel olarak Küba tarihine ışık tutuyor, ayrıntılara dalıyor.
Heredia, 31 Aralık 1803’te Santiago de Cuba’da doğmuş, 7 Mayıs 1839’da Mexico City’de ölmüş. Kısa yaşamında hem büyük bir şair olarak özellikle şiir ve tiyatro alanlarında birçok eser vermiş hem de önemli bir hukuk ve siyaset adamı olarak ülkesinin ve Meksika’nın bağımsızlığı için savaşmış. Romantik şiirlerinin kaynağı olan aşklarıyla da renkli bir yaşamı olmuş.


Heredia Amerika’da romantizmin başlatıcısı ve İspanyol dilinin en önemli şairlerinden biri sayılıyor. Kuşkusuz büyük bir şair olmasının yanında İspanya’nın sömürgesinden kurtulup bağımsızlığa kavuşması için verdiği savaş da göz önüne alınarak Küba’nın ulusal şairi de seçilmiş. Heredia’nın yazdığı sanılan yazarı belirsiz bir roman da bulunuyor. Heredia’yı anımsatan, Latin Amerika şiirinin kurucu şairi olduğuna dikkati çeken de bir başka büyük şair, Jose Marti olmuş.
Romanın kahramanı akademisyen ve şair Fernando Terry’nin doktora tezi büyük şair José María Heredia hakkındadır. Fernando doktora sonrası da hayranı olduğu ve kendisiyle benzerlikler bulduğu Heredia’nın hayat öyküsünü incelemeye devam etmiştir. José María Heredia’nın üyesi olduğu mason locasına oğlu tarafından teslim edildiği sanılan ve hayat hikâyesinden oluştuğuna inanılan ‘Hayatımın Romanı’ adlı eserinin izinin bulunduğuna dair haberler alınca 18 yıldır uzakta olduğu ülkesi Küba’ya kısa süreliğine dönmeye karar verir.


Fernando yakın bir arkadaşının ülkeden kaçmak istediğini bilmesine rağmen polise haber vermediği gerekçesiyle ihbar edilmiş, üniversitedeki görevinden atıldıktan sonra hem mesleğini yapamaz hem de edebi faaliyetini sürdüremez hale gelince Küba’yı terk etmiştir. Ülkesine dönüşünün tek nedeni Heredia’nın kayıp eserinin el yazmaları değildir tabii ki. Gençliğinde kader birliği yaptığı yakın arkadaş çevresiyle tekrar buluşup aralarından kimin kendisini ihbar ettiğini öğrenmek ve onunla yüzleşip içinde yıllardır biriken öfkeyi de haykırmak istemektedir.


Leonardo PaduraHayatımın Romanı’nı üç farklı zamansal düzlemde kurmuş, yani üçlü bir akış var. Bir yandan Heredia’nın yaşamını, onu ‘Hayatımın Romanı’ adını vereceği el yazmasını kaleme almasına yönelten gelişmeleri etkileyici olaylarla birlikte anlatıyor. Ülkede ulusal bilincin gelişmesi, bağımsızlık isteğinin yaygınlaşması ve bu amaçla girişilen örgütlenmeler de konusu. Diğer yandan el yazmalarını mason locasına teslim ettiği söylenen oğlu José de Jesús de Heredia’nın 20’nci yüzyılın başında yaşadıklarını anlatıp el yazmalarının akıbetinin izini sürerken Küba tarihindeki önemli gelişmeleri romana yansıtıyor. Nihayet Fernando Terry’nin Havana’ya gelip kayıp el yazmalarını arama öyküsüyle de 80’lerin sonunda Küba’da nasıl siyasi ve sosyal bir yaşam olduğunu romana yansıtıyor. Roman üç ayrı zamanda üç ana kahramanla dönüşümlü olarak bütüncül bir Küba tarihi anlatırken kahramanlarının özel yaşamlarına da yoğunlaşarak sadece tarihi bir roman olarak kalmıyor, boyut kazanıyor.


Padura’nın tarihi gerçeklere sadık, belgesel diyebileceğimiz bir anlatımı var. Gerçek olaylara dayanarak, mektuplar ve kişisel belgelerden yararlanarak geliştiriyor anlatısını. Kitabın başındaki teşekkür sayfasından ne kadar kapsamlı bir araştırma yaptığını anlamak mümkün. Ama bu gerçekçilik romanın kurgusal yapısını olumsuz anlamda etkilemiyor. Çünkü anlatının bütünlüğüne önem veriyor ve tarihi gerçekleri anlatacağım diye bu bütünlüğün bozulmasına izin vermiyor. İyi bir anlatıcı olduğundan üçlü akışın getirdiği güçlükleri ustaca aşıyor ve akıcı anlatımlı, merakla okunan bir eser ortaya çıkıyor. Sanıyorum bunda usta bir polisiye yazarı olmasının ve merak unsurunu hep taze tutan çok sağlam bir kurgu oluşturmasının da etkisi var. Romanı İspanyolca aslından çeviren Volkan Ersoy da o etkiyi Türkçede yakalamasını bilmiş.

METİN CELAL

Yazı Hürriyet Gazetesi'nden alınmıştır.

Kitabı incelemek için tıklayınız.

Kapat