Soğuk ve hastalığa teslim edilen binlerce askerin hazin öyküsü: Sarıkamış Dramı…
5 Ocak, 1. Dünya Savaşı’nın en çok tartışılan Sarıkamış saldırı ve kuşatma harekâtının bitişinin yıl dönümüydü… Bundan tam 102 yıl önce Osmanlı ve Rusya arasında gerçekleşen Sarıkamış taarruzunda, çoğu düşmana bir tek kurşun bile sıkamayan 90 bin asker, Sarıkamış ve Allahuekber Dağı’nda, dondurucu karakışın kar ve ayazı ile salgın hastalıktan şehit düştü. Yaya olarak iki-üç ay yürüyerek cepheye ulaşan askerlerin, bile bile yok olmaya götürüldüğü iddiaları söz konusu.. . Padişah damatları Enver Paşa ve Hafız Hakkı Paşa’nın “Kafkasya fatihi” olma hayalleri, güç ve iktidar hırsıyla, gerçekleri göz ardı edip verdikleri acımasız emir ve takındıkları çılgın tutumlar sonucu, binlerce Türk savaşçı, iki hafta içinde ya dondu ya da hastalıktan öldü.
12 Kasım 1914’te 3. Ordu’ya gönderilen telgrafla başlayıp 5 Ocak 1915’te biten, Osmanlı için büyük bir başarısızlıkla sonuçlanan harekâttan geriye yıllarca halktan gizlenen acıklı öyküler kaldı. O yıllardan bu güne hakkında fazla şey bilinmeyen Sarıkamış harekâtının tüm ayrıntılarını, çocukluğunda en büyük tutkusu büyük dayısının Sarıkamış anılarını dinleyen Alptekin Müderrisoğlu, “Sarıkamış Dramı” kitabında gün ışığına çıkardı.
Müderrisoğlu, titiz bir çalışma ve ayrıntılı araştırmayla hazırladığı “Sarıkamış Dramı” kitabında, taarruz sırasında Osmanlı, Rus ve Almanların hedef ve stratejilerini, komutanların yazışma, emir ve kararlarının ayrıntılarını, cephelerde yaşanan acılar, askeri disiplin gereği alınmak/uyulmak zorunda kalınan zorlu kararlar ile özellikle erlerin soğuk, açlık, yorgunluk ve hastalığa teslim edilmelerini anlatıyor. Kitapta, yoksul Türk askerlerin giyim kuşamı, Basra’daki savaş, ilkbahara ertelenmeden kışın başlatılan harekât, donmaların başlaması, ordunun çete gibi davranmasını isteyen karar ve emirler, Süvari Keşif Kolu’nun Sibirya’da esir düşmesi, tümenlerin yiyecek ve giyecek konusunda yaşadıkları zorluklar, aç ve yorgun askerlerin Sarıkamış’a yürümesi ve bir bir yitirilmesi, Enver Paşa’nın hocası ile karşı karşıya gelmesi, Hafız Hakkı’nın içindeki fırtınalara yenik düşmesi, tifüs salgını, binlerin pisi pisine ölümüyle sonuçlanacak bir yıkımın manevi sorumluluğundan kurtulmak isteyen 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet’in istifası, donmalara ilişkin birçok ayrıntı, aç hayvanlara ilişkin anılar, emirlere uymadıkları için kurşuna dizilen askerler, donmayan veya ölmeyenlerin esir oluşlarına ilişkin dram, ayrıntılı bir biçimde yansıtılıyor. “Sarıkamış Dramı” kitabında okuyacağınız; yoksulluğu giyiminden belli olan, yiyecek sıkıntısı çeken, yorgun, hasta ve çaresiz askerlerin yürek burkan, içinizi sızlatacak öykülerinden birkaç not şöyle:
… Doğu Anadolu halkı zaten fakirdi. Silahaltına alınanlar, devlet beni giydirecek, bana üniforma verecek diye en eski elbisesiyle askerlik şubelerine gelmişti.
…Ordu kışa hazırlanmadan savaşa girmişti. Bundan sonra da eksiklerin giderileceğini ummak hayal olurdu. Ve savaşçıların en büyük düşmanı, Ruslardan daha çok dondurucu soğul olacaktı ilerdeki günlerde…
…Gün ışıyınca garip bir durumla karşılaşılmıştı. İrice ağaçların alçak dallarında kimi oturmuş, kimi ayakta savaşçılar çağırmalara karşılık vermiyorlardı. Yanların yaklaşılınca bunların donmuş oldukları görüldü.
…Onbaşı İhsan, kasktı kesilen arkadaşını yolun kıyısına taşıdı. İncitmekten korkarak yavaşça karların üstüne bıraktı.
Açık gözleri donuk donuk bakıyordu kendisine.
“Belki düşmana tek kurşun atamadan öldüğü için gözleri açık gitti” diye düşündü. Kısa bir dua okudu. Mezarsız, kefensiz, bedeninde en küçük bir yara izi olmayan şehitler arasına bir kişi daha katılmıştı…
…Rusların dikkatini çekmemek amacıyla yapılan fenersiz yürüyüşte, yol diye yürünen izler sarp yerlerden geçiyor, karanlıkta basacakları yeri göremeyen savaşçılardan yarlardan aşağı yuvarlananlar oluyordu… Yürüyüş kolundan ayrı kalmanın kaybolmak ve donmak olduğunu herkes biliyordu.
…Tokat’tan geçerken, tutturdukları türküde “Kafkas dağlarında kaymak” yemeyi “Rusu yuvasında bozgun” etmeyi uman 10. Kolordunun 31. Tümenin 91. Alayı, Allahuekber dağlarında kurda kuşa yem olmuşlardı.
…Tarih, çatışma olmadan tümen gücündeki bir kuvvetin böyle korkunç bir felakete uğrayışını ilk kez kaydediyordu. Bir günlük yürüyüşte Allahuekber dağları 15.000’e yakın savaşçıyı yutmuş, yok etmişti.
…Yolun iki kıyısında hayvan ve insan ölülerine rastlanıyordu… Geriden gelenler de yolu açmak için onları bir kıyıya sürükleyip öylece bırakmışlardı… Genellikle gözler açıktı. Buz mavisi parlaklık gözlere canlılık veriyor, bakıyormuş duygusu uyandırıyordu. Çoğunun paltosu, kaputu, gocuğu yoktu; ayakları ve elleri çıplaktı. Yoldan geçenler, giyeceklerin ölülere yararı olmadığına karar vermiş olmalıydı. Ortak yanları boza yakın renkleriydi.
…Kemahlı Er Veysel de yol kıyılarına seriliveren çoğu savaşçılar gibi soğuktan donarak değil, ateşler içinde yanarak can verecekti. Son günlerde döküntüler arasında tifüsten ölenlerin sayısında artış görülüyordu.
…Şimdiye dek nice büyük savaşlar, nice büyük seferlere sahne olan dünya, belki de ilk kez böylesine garip bir olayla karşılaşıyordu:
Kendi isteğiyle ve planlı bir şekilde saldırıya kalkan bir ordu, kendi topraklarında aç kalıyordu. Hem de ordu karargâhın 25-30, barıştaki üssüne 90-95 kilometre yakındayken açlık çekiliyordu.
… Son günlerde eceliyle ölenlerin çoğaldığı dikkati çekiyordu. Donmadan, yaralanmadan, herhangi bir hastalık belirtisi görülmeden gencecik savaşçılar ölüveriyorlardı… “Eceliyle öldü”, yazılarak dosyaları kapatılan genç savaşçılar, gerçekte “hızlı yaşlanma” denilen bir tıp olayı sonucu ölmüşlerdi.
Aslıhan Büyükgül Bozkurt
***
Tarihimizde sonu büyük bir hüsranla biten bu harekâtta gün gün neler yaşandığını öğrenmek isteyenlere “Sarıkamış Dramı” kitabını öneriyoruz. Kitabı indirimli fiyat ve avantajlı kargo seçeneği ile hemen satın almak için tıklayın…