Türkiye’nin İlk Çevreci Kitabı: Mavi Sürgün
Halikarnas Balıkçısının Mavi Sürgün kitabı ilk çevre kitabı değilse eğer ilklerden biridir. Birinci basımı 1961 yılında yapılan kitap, cumhuriyetin ilk yıllarını anlatmasına karşın, şehir yaşamının insanlar ve tüm diğer canlılar üzerindeki olumsuz etkisini neredeyse bugünküne yakın bir bakış açısıyla anlatır. İstiklal Mahkemesinin verdiği ceza ile üç yıl Bodrum’da kalebentliğe mahkûm edilen Balıkçı Ankara’dan Bodrum’a yollanır ancak ulaşım olanakları bugünkü gibi değildir.
Ankara’dan Afyon’a, Afyon’dan İzmir’e, İzmir’den Aydın’a derken sayfa sayfa Milas’a ve Bodrum’a uzanır Balıkçının yolu ancak bu yol bir türlü bitmek bilmez. Ankara’dan yola çıkalı dört aydan fazla olmuş ama henüz Bodrum’a varamamıştır. Yol üstünde yatmadığı il ve ilçe hapishanesi kalmamıştır Balıkçının. Milas’tan Bodrum’a yol olmadığından son bölümü at üstünde gitmek gerekir ancak Balıkçı dört ayaklı bir hayvana eziyet çektirmek istemez. Diğerleri at üstünde, Balıkçı ise yaya olarak yola koyulurlar. Sonunda karanlık hücreler dalga dalga mavi denizlere açılır. Bodrum’a yaklaşınca aşka gelir Halikarnas Balıkçısı, Ege’nin Akdeniz’in doğası karşısında büyülenir: “Âdemotu, kösele gibi ser yapraklı kurtotu, ılgın, sandal ağacı, renk renk hayıtlar, ay ışığında yaprakları mavi mavi çakan yabani sakız, karabaş, laden, adaçayı, yaban nanesi, kekik, çetinlik kırlalesi, çobançantası, civanperçemi, kardelen, gelincik papatya, gülhatmi, yabani hanımeli, çan çiçeği, kandilli sümbül, çayır güzeli, kadın tuzluğu, haseki küpesi, mersin. Daha sayayım mı?”
Balıkçı Bodrum kıyılarında balık tutar, yurtdışından tohumlar getirtir, farklı ağaçlar ve meyva türleri yetiştirmeye başlar. Şöyle yazar notlarına: “Bükleri, Knidosları, Datçaları, Gökovaları, daha daha uzakları, açık denizlerin açıklıklarını özlüyordum. Oraları zaten cennetti; ama içimden, oraları on kat daha cennet yapmazsam, adam değilim diyordum.”
“Tohumları Toprağa Yarım Saat Önce Dikmek, Hayattan Yarım Saat Kazanmaktır”
İstanbul’a dönünce Büyükada’daki Troçki’nin evinin bahçesinden Sakallı Palmiyenin tohumunu almak isterken polisle başı belaya girer Balıkçının. Tohumlarını Bodrum’da toprağa kavuşturmak için öylesine sabırsızlanır ki “Yarım saat önce dikmek, hayattan yarım saat kazanmaktı. Fidanın büyüdüğünü dünya gözüyle yarım saat fazla görmekti.” diye yazar Mavi Sürgün’e. Paris ve Londra’dan ısmarladığı tohumlara harcar tüm parasını. Greyfurtu Türkiye’ye getirmeyi kafasına koymuştur. Rüyasında ağaçlarda olmuş greyfurtlar görmeye başladığını yazar. Brezilya’dan bile ağaç tohumları getirtir.
Bodrum Turunçgillerin Cenneti Olup, Sokaklar Begonvillerle Donanıyor
Balıkçı ilk gittiğinde Bodrum’da çoğu Rumlardan kalma yedi yüz, sekiz yüz mandalina ağacı olduğunu söyler. Halk turunçgil yetiştirmesini bilmez. Limon ve portakalın çeşidi ise yok denecek kadar azdır. Balıkçı, turunçgilleri yetiştirme konusunda üç yüz sayfalık bir kitap yazar. Elyazısı kitap elden ele geçer ve sonunda kaybolur. Halk bin, iki bin ağaçlık bahçeler yapmaya başlamıştır. Yurtdışından on sekiz farklı cins turunçgil çeşidi getirir. Bir süre sonra çevre ilçe ve köylerde bile ne yetiştirileceğinin planlamasını yapmaya başlar Balıkçı. Bodrum artık turunçgillerin tanınmış bir merkezi olmuş, sokaklar begonviller, pasifloralar ve sarmaşıklarla donanmıştır.
Bitki yetiştirmeyi yaradılışa karşı borç olarak tanımlayan Halikarnas Balıkçısı “Bir balıkçının avucuna tükürüp küreğe yapışması, bir rençberin toprağa diz çöküp de dünyada gıda olacak bir fasulye daha ekmesi, yaradılışça en geçerli duadır.” diye yazar.
“Çiçek Bitkinin Zifaf Odasıdır”
Balıkçı bir meyvenin oluşumunu öylesine güzel bir dille anlatır ki o anda tüm ağaçlara aşık olursunuz: “Balayı çiçekte mecaz değildir, objektif bir gerçektir. Güneş ve ışıkla sevinen çiçeğin sevgisi bir dalga gibi kabarır. Çiçeğin ortası patlar. Orası sanki bir alevin özüdür. Oradan tepeden tırnağa kadar çırçıplak bir gelin, boylu boyunca ayakucuna kalkar. Alev dilleri gibi sarı papa güveyleri, gelini çepeçevre sararlar.
Yanarlar. İnsanda aşkla yanmak bir mecazdır. Çiçekte gerçektir, çünkü damat adayları kendi ağırlıklarının birkaç misli oksijen yakarlar. Güzel koku olur, sıcak bir tütsü gibi bakireyi sarar yalvarışları. Bu yalvarışın bütün gövdesini dolanışından gelinin başı döner, canına en yakın olan güveye eğilir. Gelin bu öpüşten kalkınca doğan yeni gün kadar yeni ve temizdir. Bağrında yeni hayat yaşar. Ondan bir ateş topacı, bir ışıl bombası gibi bir portakal doğar.”
Mavi Sürgün, okumaya başladığınız andan itibaren bir daha elinizden bırakamayacağınız bir kitap. Acıların içinden nasıl olup da bu kadar umut, yaşama sevinci, mutluluk çıktığına sizler de inanamayacaksınız. Balıkçı’nın sürgün notlarını okurken hapishanelerin nem kokan kuytusundan girip, Tekirburnu’ndan kıyıya çıkacaksınız. Karanlık dehlizlerde bunalmayı beklerken pul pul balıklar, rengarenk çiçekler, aydınlık sabahlar içinde uyanacaksınız. Saf bir coşkunun, tükenmeyen umudun, çocuksu bilgeliğin ve sonsuz maviliğin kitabı Mavi Sürgün.
Halikarnas Balıkçısı kimdir? sorusunun en dürüst, en kestirme yanıtıdır Mavi Sürgün, Balıkçı’nın kitaplarını okumaya başlamak için en doğru, en güzel başlangıç. Kitap bittiği anda ilk sayfasına dönüp yeniden, yeniden okumak isteyecek, okuduktan sonra bile elinizden bırakamayacaksınız. Mavi Sürgün’ü indirimli fiyat ve avantajlı kargo seçeneği ile hemen satın almak için tıklayın.