Yıldız Ağacının Gövdesinde Dostluk ve Müzikle…

Yetişkin dünyasında yalnız kalmak, tek başına bir aktivitede bulunmak, marazlı toplumsal şartlanmalar yüzünden çoğu zaman bir eksiklik, hatta illet gibi algılanıyor. Tek başına tatile çıkan birine, dışarıdan bakanlar, “Kesin bir derdi var, ondan uzaklaşmak için kaçıp bu sayfiye yerine gelmiş,” diyebiliyor. Tek başına eğlenmeye, sinemaya, güzel bir restorana yemek yemeye gidenler, başkalarının gözünde, öncelikle “onlara eşlik edecek kimse olmadığı için” tek başına hareket edenler. Hayatın her güzelliği, elbette paylaştıkça, hele de güzel arkadaşlarla paylaştıkça başka bir tat kazanır ama kendimizle zaman geçirmenin de tadını, onlarcasına abone olduğumuz meditasyon ve kişisel gelişim uygulamalarına gerek kalmadan ne zaman keşfedeceğiz, merak ederim. Çocukken bu dert sanki daha azdır. Yalnızlığın bir hapishane değil, uçsuz bucaksız bir hayalî evren kılınabildiği zamanlar vardır. İllaki bir oyun arkadaşına gerek olmadan, zaman mefhumunu unutarak, en keyifli oyunlara dalabilirsiniz. Benim için, kendi kendime akşamı ettiğim zamanlar, çoğunlukla denizde geçirdiklerimdi. Poseidon amcanın diyarında kendini sulara bırakıp denizkızı kesilmeler mi dersiniz, kumdan kaleler, kova kürekler, oyuncak bebeklerle hayalî bir deniz ırkı âlemi yaratmalar mı dersiniz… Büyüklerin ısrarına artık direnemediğiniz noktada, akşam sırtınıza yoğurt sürülmek üzere, güneşle vedalaşarak eve yollanırsınız.

2015 yılından bu yana çocuk ve gençlik edebiyatı alanında eserleri yayımlanan Dilge Güney, kendisiyle yapılan bir söyleşide, çocuklar için yazanların, onların dünyasına mutlaka dâhil olması, en azından onları gözlemlemeyi çok iyi bilmesi gerektiğini düşünüyor. “Ben, özellikle kumsalda oynayan çocukları izlemeyi çok severim,”  dediğini görünce, hem kendi denizde geçirdiğim zamanlar aklıma geldi hem de son romanı Düdüklü Tencere Orkestrası’nın başlangıç noktasının ve ana mekânının deniz kenarı oluşu daha bir anlam kazandı.

“Arkadaşım, birlikte oynayalım mı?”

Dilge Güney’in son kitabının başlığı, başka türlü bir şenliğe işaret ediyor olabilir ama kitabın kahramanları Işıl, Ali (Işıl’ın tabiriyle, Aliciğim) ve Gelincik’in arkadaşlıklarının temelleri aslında denizde atılıyor. Duba arkadaşlığı, çok kısa bir sürede, özellikle de iki kız karakterin girişkenliğiyle, birbirlerine tam teşekküllü bir destekle güçlenen, özenilecek bir bağ kazanıyor. Elbette bu bağın oluşmasında gerek destekleri gerekse sınırlamalarıyla ailelerin de rolü çok büyük. Işıl’ın, her şeyden önce ona güven duyan, hiçbir şeyi dayatmayıp kendini keşfetmesine izin veren ve onun hayallerini kulaklarını dört açıp dinleyen bir ailesi var. Bir Roman kızı olan Gelincik, içinden geldiği kültürün yaşam dinamiklerine uygun bir biçimde, hayattaki başlıca sorumlulukları sınıf birincisi olmak, en az bir spor ve sanat dalında şampiyon ve dâhi addedilmek olan “proje çocuklardan” farklı olarak, kalabalık bir ailede, aile ekonomisine küçük yaşta katkı sağlama gerekliliğiyle büyüyen ama paylaşma duygusunu, koşulsuz sevgiyi ve hayat sevincini iliklerine kadar yaşayan çocuklardan biri. Aliciğim’e geldiğimizde ise işler değişiyor: Onun başını cep telefonundan kaldırmayan bir babası; tatlı sözler söylemeyi ve gülümsemeyi bilmeyen, oğluyla kurduğu ilişkiyi onun başarıları üzerinden ölçen, zenginlik ve yurt dışı görmüş biri olmakla manasızca övünen bir annesi ve ailesinin beklentilerini karşılayamadığında aldığı cezalarla dolu bir hayatı var.

Bu üç çocuğun, denizin özgürlük bahşettiği dalgalarından karaya taşıdıkları arkadaşlık serüvenlerinde, sadece kendilerinin yaratabileceği güzellikte, hem büyülü hem de çok sahici dünyalarına tanıklık ediyoruz: Kuytusuna kamp kurdukları yıldız ağacı, büyüklerin pek kıymet verdiği ama onların daha kıymetli olan dostluklarını pekiştirmesine vesile olan “zuttirik taşı”, birlikte yenen dondurmaların ve marşmelovların tadı ve kitaba adını veren “Düdüklü Tencere Orkestrası”nın hayatı daha da güzelleştiren müzikleri ve dansları, dünyalarının asıl cevherleri ve hikâyelerinin kilit noktaları. Dilge Güney’in ne eksik ne fazla cümlelerle çocuk bakış açısını ve dilini doğallıkla yakaladığı, bu bir oturuşta soluksuz okunan, arkadaşlığa zarif bir övgü niteliğindeki roman, her şeyden önce mizahı elden bırakmıyor. Tam da birincilik kazandığı yarışmaya adını veren büyük usta, Muzaffer İzgü’nün ayak izlerinden giderek. Bu bahaneyle, ustayla henüz tanışmamış çocukların ve büyüklerin bir an önce bir Muzaffer İzgü kitabının tatlı sularına dalmalarını salık verebiliriz. Işıl, Aliciğim ve Gelincik’in ise yeni maceralarda yer alabilecek nitelikte karakterler olarak can bulduklarını, rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yazan: Nilay Kaya

Yazı İyi Kitap sitesinden alınmıştır.

Kapat